Asabiyye’den Ulus-Devlete: Oryantalist Bir Klişe Olarak Ortadoğu

Edward Said’in yıllar önce uyardığı gibi ‘Doğu, Batı’nın hayal gücünde yeniden inşa edilmiş bir imgedir.’ Bu imge, bugün bile politik söyl...

Edward Said’in yıllar önce uyardığı gibi ‘Doğu, Batı’nın hayal gücünde yeniden inşa edilmiş bir imgedir.’

Bu imge, bugün bile politik söylemlerde karşımıza çıkıyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Tom Barrack’ın şu sözleri, Ortadoğu siyasetinin doğası üzerine yeni bir tartışmayı tetikledi.

“Orta Doğu diye bir şey yoktur. Kabileler ve köyler vardır. Ulus-devletler 1916 yılında İngilizler ve Fransızlar tarafından yaratılmıştır. Ancak Orta Doğu bu şekilde işlemiyor. Her şey birey, aile, köy, sonra kabile, topluluk, din ile başlar. Son olarak da ulus gelir.”

Barrack’ın bu ifadesi aslında Edward Said’in Oryantalizm’de eleştirdiği “Orta Doğu’yu modern siyasetin dışında ilkel kabilecilik üzerinden okuma” yaklaşımının güncel bir versiyonu.

Barrack bu sözlerle Ortadoğu’da ulus-devletin dışsal bir zorlama ile kurulduğunu ima ediyor. Modernleşme ile ilgili bütün bir külliyatı yok sayıyor.

Modernleşme de dışsal bir zorlama olarak okunabilir elbette ama Barrack’ın işaret ettiği başka bir şey.

Ortadoğu’da ulus-devletin 1916 Sykes–Picot gibi paylaşım anlaşmalarıyla “yukarıdan” kurulduğu doğru bir gözlem ama eksik.

Örneğin literatür Barrack’ın bu argümanını çürüten ampirik veriler ile dolu.

Anti-kolonyal hareketler, toplumsal seferberlik, yerel akımlar gibi dipten gelen birçok faktörün Ortadoğu’da modern devletin oluşumunda etkili olduğu biliniyor.

Yerel elitler ve toplumsal sınıfların devlet inşasında öncü bir rol oynadığı bilinen bir olgu. Dolayısı ile dipten yükselen tarihsel bir sosyo-politik dönüşüm olgusuna daha hassas yaklaşmak gerekir.

Irak ve Suriye gibi ülkeler başlangıçta Barrack’ın işaret ettiği şekillerde kurulsa da sonrasında yerel seferberlik ve ideolojik mobilizasyon öne çıkıyor.

Hatta bu hareketler BAAS gibi bölgesel hareketlere bile zemin olabiliyor.

Dolayısı ile Ortadoğu’daki çok katmanlı aidiyetler ulus-devleti geçersiz kılıyor argümanı doğru değil.

Bu tarz kimlikler çoğu zaman iç içe geçerek rekabet yerine iş birliğini de seçebiliyor.

Örnek olarak sunulabilir mi emin değilim ama Arap Birliğini savunan BAAS gibi hareketlerin başarısız olmasının altında Mısır gibi ülkelerin ağır basan ulus-devlet çıkarları öne çıktı diyemez miyiz?

Ortadoğu’yu ulus-devletler üzerinden değil, kabile ve mezhepler üzerinden anlamaya çalışmak bölgenin modernleşme deneyimlerini yok sayan bir eğilim.

Örneğin zorunlu askerlik uygulamaları, modern eğitim sistemleri ve dil politikaları kabile veya mezhep kimliklerini aşan kolektif aidiyetler üretti.

Barrack’ın sözleri bana yüzyıllar önce İbn Haldun’un Mukaddime’sinde işlediği asabiyye kavramını yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Asabiyye, toplumsal dayanışmanın kaynağı ama geçici, zamanla çözülüyor ve yerini merkezi otoriteye bırakıyor.

Yani bir anlamda kabilecilik, ulus-devletin aslında alternatifi değil tarihsel olarak onun doğuşunu hazırlayan bir aşama.

Asabiyye (عصبية), Arapça’da kökü “asab” (bağ, akrabalık, dayanışma) kelimesinden geliyor.

Toplumsal dayanışma, grup bilinci, kolektif bağlılık gibi anlamları var. Haldun’a göre güçlü asabiyye sahibi bir grup, merkezi otorite kurar. Dolayısı ile kabile dayanışması, iktidarın çekirdeğini oluşturur.

Haldun, asabiyye’yi kan bağı üzerinden tanımlar ancak sadece bununla sınırlı değildir. Himaye, dostluk ve müttefiklik de asabiyyeye kaynak olur.

Böylece kan bağı olmadan da asabiyye meydana gelir.

Ortadoğu’da kabile ve mezhep bağları devlet zayıfladığında öne çıkar. Ancak bu olgu ulus-devleti önemsizleştirmez tam tersine onun alternatifsizliğine de işaret edebilir.

Hülasa, Barrack’ın sözleri, ilk bakışta bölgenin toplumsal yapısını gözlemleyen “realist” bir değerlendirme gibi görünebilir ancak bölgenin karmaşık tarihini açıklamaktan çok onu önemsizleştiren ve basitleştiren bir klişe.

Dolayısıyla Ortadoğu’daki devletler yalnızca 1916 Sykes–Picot örneğinde olduğu gibi Avrupa’nın sınırları belirlemeye dönük kartografik bir tasavvuru değil aynı zamanda yerel milliyetçiliklerin ve modernleşme projelerinin etkilerine maruz kalan bir dönüşüm süreci.

Said’in de işaret ettiği gibi, asıl mesele Ortadoğu’nun gerçeğini anlamaktan ziyade onun üzerine inşa edilen anlatıları sorgulamaktan geçiyor.

Yine Said’in bir cümlesi ile yazıyı noktalayalım: “Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlar arası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır.”

YORUMLAR

TÜM YAZILARI YÜKLE. YAZI BULUNAMADI. HEPSİNİ GÖSTER. DEVAMINI OKU: YANITLA İPTAL SİL By ANA SAYFA SAYFALAR YAZILAR TAMAMINI GÖSTER ÖNERİLER Etiketler ARŞİV ARAMA TÜM YAZILAR ARAMAYA UYGUN BİR YAZI BULUNAMADI ANA SAYFAYA DÖN PAZAR PAZARTESİ SALI ÇARŞAMBA PERŞEMBE CUMA CUMARTESİ PZR PZT SAL ÇAR PER CUM CMT OCAK ŞUBAT MART NİSAN MAYIS HAZİRAN TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL EKİM KASIM ARALIK OCK ŞBT MRT NSN MAYIS HAZ TEM AĞT EYL EKM KSM ARL ŞİMDİ 1 DAKİKA ÖNCE $$1$$ DAKİKA ÖNCE 1 SAAT ÖNCE $$1$$ SAAT ÖNCE DÜN $$1$$ GÜN ÖNCE $$1$$ HAFTA ÖNCE 5 HAFTA ÖNCE TAKİPÇİLER TAKİP ET Bu yazı abonelere özeldir. 1: Sosyal medyada paylaştıktan sonra yazıyı okuyabilirsiniz. 2: Yazıyı okumak için sosyal medyada yaptığınız paylaşıma tıklamanız gereklidir. KODLARI KOPYALA HEPSİNİ SEÇ TÜM KODLAR KOPYALANDI Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy İçindekiler